Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) 19 Ocak 570'te, Ağustos
569'da, 20 Nisan 571'de ya da 27 Nisan ya da 26 Nisan 571'de Mekke'de
doğdu ve 8 Haziran 632'de Medine Yesrip'de vefat etti. Hem Mekke, hem de
Medine bugün Suudi Arabistan sınırları içinde bulunan Hicaz Asir
Bölgesi şehirleridir. Künyesi Ebu'l-Kasım'dır.Hz.Muhammed'in 610-632
yıllarında aldığı vahiyler Kur'an'ı oluşturur.
Çocukluğu
Mekke’de İsmail AS soyundan Adnaniler kavminden Kureyş kabilesinden
Haşimoğulları ailesinden gelir. 571 yılında Mekke’de doğdu. Babası
Abd-Allah ibn Abd-el-Muttalib bin Haşim bin Abdül Menat(عبدالله بن عبد
المطلب ابن هاشم بن عبد مناف بن قصي بن كلاب بن مرة بن كعب بن لؤي بن غالب
ابن فهر بن مالك بن النضر بن كنانة بن خزيمة بن مدركة بن الياس بن مضر بن
نزار بن معد بن عدنا :Tüm soy ağacı arapça), annesi Medine Yesrip'ten
Hazreç kabilesinden Nennaceler'den Veheb bin Abdumenaf'ın kızı
Amine'dir. Muhammed daha doğmadan babası öldü. Yetiştirilmesini dedesi
Abdülmuttalib üzerine aldı ve torununa o zamana kadar kimseye verilmemiş
olan "Muhammed" adını verdi. Muhammed o sıralarda Mekke'de bulunan Beni
Sa’d kabilesinden Halime adlı bir kadına emanet edildi. Muhammed’i
ondan önce Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe emzirdi. Muhammed üç yaşına
kadar annesi Amine’nin de gözetimiyle süt annesi Halime-i Sadiyye’nin
yanında kaldı, daha sonra Mekke şehrine giderek kendi annesinin yanına
döndü.
Hz.Muhammed(s.a.v.) altı yaşında iken annesi Amine ve bakıcısı Ümm-ü Eymen’le
birlikte akrabalarını görmek için Medine’ye gittiler. Bir ay Medine’de
kaldıktan sonra Mekke’ye dönüşte Ebva’ya (Cuhfe’den 37 km. uzak)
ulaştıklarında annesi vefat edip orada defnedildi. Cariyeleri Ümmü Eymen
onu Mekke’ye getirip dedesi Abdulmuttalib’e teslim etti.
Dedesi, yetiştirmesi için onu, oğlu Ebu Talip’e bıraktı. Ebu Talip ona
çok iyi baktı. Yengesi de kendisine çok iyi davrandı; çocukları aç
olsalar bile önce onu doyurdu.Hz.Muhammed(s.a.v.) “O, benim annem gibiydi” der.
Gençliği
Hz.Muhammed(s.a.v.) 9 yaşındayken amcası, ticaret yapmak için gittiği Suriye’ye onu
da götürdü. Busra kasabasında bir rahibin (Bahira) onun peygamber
olacağını haber verdiği söylenir. Genç Muhammed(s.a.v.) 17 yaşındayken de amcası
Zübeyr ile Yemen’e gitti. Bu geziler, bilgi ve görgüsünü artırmasının
yanı sıra ruhsal yapısının gelişmesinde de etkin rol oynadı. Bu arada da
amcaları ile birlikte Kureyş ve Kays kabileleri arasındaki Ficar
Savaşı’na katıldı. Ticaretle olan ilgisi Hz.Hatice ile tanışmasına neden
oldu ve onun sermayesi ile ticarete başladı. Suriye’ye yaptığı ilk
seferde çok kazanç elde etti.
Evliliği
Hz.Muhammed(s.a.v.) dürüstlüğü ile Hatice üzerinde iyi bir izlenim bıraktı ve
Hz.Hatice'nin evlenme teklifini kabul ederek onunla evlendi.
Evlendiklerinde Hz.Muhammed(s.a.v.) 25, Hz.Hatice ise 40 yaşındaydı.Hz. Muhammed(s.a.v.)
çevresinden gelen paganist görüş ve uygulamalarla ilgilenmedi. Kendisi,
aynı dönemde herhangi bir puta tapmamakla birlikte, başkalarının
tapınmalarına da açıkça karşı çıkmadı. Onun bu dönemdeki tutumu İslam
inancının kutsal kitabı Kuran’da “...oysa, vahiyden önce, kitap nedir,
iman nedir sen bilmezdin” (42/Şura Suresi, 52) ve “Allah seni yorulmuş
halde buldu ve doğru yola yönlendirdi.” (43, 7) ifadeleriyle gösterilir.
Bununla birlikte, gerek kendi ülkesinde, gerekse gezip gördüğü
ülkelerdeki toplumlarda dinsel inanç ve ahlak bakımından gözüne çarpan
çöküntü, sapkınlık ve bozulmalar, Hz.Muhammed(s.a.v.) üzerinde derin izler bıraktı
ve onu bu konularda düşünmeye sürükledi.
Hz.Hatice,Hz. Muhammed(s.a.v.)'i amcazadesi Varaka Bin Nevfel ile tanıştırdı. Varaka
Hıristiyandı ve bilimle ilgiliydi. Tevrat ile İncil'ide iyiden iyiye
incelemiş ve arapçaya tercüme etmişti.Çok bilgili ve Filozof bir adamdı.
Dinler tarihini çok iyi biliyordu. O araştırmaları sonucunda puta
tapıcılığı bırakıp hıristiyanlığı kabul etmişti.
Varaka Bin Nevfel Hz.Muhammed(s.a.v.)'i sevdi. Onda peygamberlik alametlerini de
sezmişti. Bilgili olduğu için Hz.Muhammed(s.a.v.)'de ona saygı gösteriyordu.
Varaka'yı her zaman ziyaret ediyordu. O da Ona Tevrat'ı baştan başa
okudu. Adem'den İsmail'e kadar bütün Peygamberlerin menkıbelerini
anlattı. Musa'nın dinini nasıl kurduğunu, İsa'nın Hıristiyanlığını da
izah etti. Vahdaniyet-i ilahiye'yi derinden derine anlattı, fikir ve
halvet yollarını gösterdi.
Vahiy Dönemi
Hz.Muhammed(s.a.v.)'in 610 yılından başlayarak, öldüğü yıl olan 632'ye kadar aldığına inanılan vahiyler Kur'an'ı oluşturur.
İlk yıllar
İslam inancına göre Peygamber olmadan önce bu sorunlara çare bulmak
amacıyla toplumdan uzaklaşıp Mekke’nin yaklaşık 6 km kuzeyinde bulunan
Hira dağındaki bir mağaraya çekilmeyi ve Ramazan ayını burada geçirmeyi
adet edindi. Bu mağaraya gitmeye 1-2 yıl devam etti.
40 yaşındayken 610'da, 26 Ramazan'ı 27’sine bağlayan gece (Kadir
gecesi), Hz.Muhammed(s.a.v.)'e geldiğine inanılan ilk vahiy şu şekilde anlatılır:
Kendi toplumunun paganlığı ile hristiyanlık ve musevilik gibi, kitaplı
dinlerin de sapkınlıklara uğradığına karar verip bunlara ne gibi bir
çare bulunabileceğini düşünürken, Cebrail adlı melek geldi ve Hz.Muhammed(s.a.v.)’e
"Oku!" dedi. O da, “okumasını bilmem, ne okuyayım?” dedi. Bunun üzerine
Cebrail, Hz.Muhammed(s.a.v.)’i sıkarak, yine "Oku!" dedi.Hz. Muhammed(s.a.v.) tekrar okuması
olmadığını söyleyince, Cebrail onu sararak aynı şekilde sıktı ve geri
salarak "Oku!" dedi.hz. Muhammed(s.a.v.)’den aynı cevabı alınca: "Ey Muhammed!
İnsanı bir kan pıhtısından yaratan Rabbinin adıyla oku! Oku! İnsana
bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir." dedi ve gitti.
Hz.Muhammed(s.a.v.), dehşet içinde uyandı.
Bu ilk ayetlerin tesirinde, dehşet ve hayrete düşmüş olan Hz.Muhammed(s.a.v.),
hemen evine dönmek üzere yerinden kalktı. Vücudunu korku ve heyecan
kaplamıştı. Öyle bir havaya bürünmüştü ki, bir an için: "Acaba cinler mi
çarptı, acaba şair mi oluyorum?" diye aklından geçirdi. O anda Cebrail:
"Ey Muhammed, sen Allah’ın Resulüsün!" dedi.Hz. Muhammed(s.a.v.) mağaradan çıkmış,
hafif adımlar atıyordu. Her adım atışında, binlerce ses: "Ey Muhammed
selam olsun! Ya Resulullah, sana selam olsun!" diyordu. Her defasında
geriye dönüyor, taş ve ağaçlardan başka bir şey göremiyordu. Dağın
ortasında yine Cebrail göründü. Ufuk ile sema arasını kaplamıştı.Hz.Muhammed(s.a.v.), olduğu yerde durdu; ne bir adım ileriye ne de geriye
atabiliyordu. Cebrail’in heybetine dalmıştı. Cebrail konuştu: "Sana
selam olsun ey Muhammed! Sen Allah’ın Resulüsün! O’nun peygamberisin!"
Cebrail bu sözleri söyledikten sonra kayboldu.Hz. Muhammed(s.a.v.), hala olduğu
yerde duruyordu. Ona peygamberlik verilmişti. Allah onu kendi
Peygamberi, Resulü yani insanlara elçi olarak seçmişti. Gelen bu ilk
vahiy üzerine, peygamberliğini ilk olarak Hatice’ye bildirdi. Hatice de
durumu amcazadesi Varaka Bin Nevfel ’e açtı. Varaka da ona; görünen
meleğin Cebrail olduğu, kendisine vahi nazır olduğunu ve peygamberlik
geldiğini tefsir etti. Sonra Hz.Hatice ile beraber geri gönderdi. Bir süre
vahiy kesildi. Çok geçmeden, onu doğrudan doğruya göreve çağıran
"...Kalk, insanlara tuttukları yolun kötü olduğunu bildir, Rabbini ulu
tanı ve yüce tut. Elbiseni temizle, putları terk et!" ayeti (96/Alak
Suresi, 1-5) indi.
Hz.Muhammed(s.a.v.)’in İslam'a çağrısına ilk uyan, eşi Hz.Hatice oldu. Onu amcası
Talip’in oğlu Hz.Ali, azatlı kölelerden Zeyd bin Harise ve Ebu Bekir
izledi. Bir süre yine vahiy kesildikten sonra on bir ayetten oluşan Duha
Suresi (93) indi. Bu surede, Allah’ın Peygamber’i yalnız bırakmadığı,
yetimken barındırdığı, bu nedenle yoksullara yardım edilmesi ve iyi
davranılması gerektiği üzerinde duruldu. Bu dönemde islam dinini kabul
edenlerin büyük bir çoğunluğu üst düzeyden, mal ve canlarını vermekten
çekinmeyen kişiler oldukları halde, dinlerini gizlemek zorunda kaldılar.
Belli bir süre sonra Hz.Muhammed(s.a.v.)`i önce akrabalarını, ardından Safa
tepesine çıkarak tüm Mekke halkını açıktan açığa müslüman olmaya
çağırdı. İlk müslümanlar çok ağır hakaret ve işkencelere katlanmak
zorunda kaldılar.
Mirac
Hz.Muhammed(s.a.v.) Hac mevsiminde Mekke’ye gelen Medineliler ile anlaştı.
Medineliler, dinsel bir vaizden çok, kabile savaşlarında kendilerine
önderlik edecek birini arıyorlardı.Hz. Muhammed(s.a.v.)’de bu iki niteliğin de
bulunduğu, Hicret’ten (622) sonra anlaşılacaktı.
Kur'an’dan ve hadislerden aktarılanlara göre,Hz. Muhammed(s.a.v.) Medine’ye gitmeden bir süre önce, Miraç olayı meydana geldi:
Bu gecede,Hz. Muhammed(s.a.v.), Cebrail’in eşliğinde, önce Mescid-i Aksa’ya gitti.
Orada, İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlerden bazılarıyla
karşılaşarak, onlarla görüştü. Sidretu’l-Münteha’da, kendisine
gösterilmek istenen Allah’ın ayetlerini gördükten sonra, aynı gecede
Mekke’ye döndü. Ayrıca bu gecede Allah ile insanların anlayamayacağı bir
dil ile konuşmuştur. Bu semavi gece yolculuğunda, Hz.Muhammed(s.a.v.)’e Cennet ve
Cehennem ve bu ikisine girenlerin hali gösterildi. Bu yolculuk
esnasında, diğer bazı hükümler yanında beş vakit namaz da farz kılındı.
Sünni inancında Hz. Muhammed(s.a.v.) bu yolculuğu hem ruh hem beden ile Şii
inancında ise sadece ruh ile yapmıştır.
Hz.Muhammed(s.a.v.) Mekke’ye dönünce, bu yolculuğunu anlattı. Bunun üzerine
Kureyş'liler, onla alay etmeye başladılar. Ebu Bekir'e giderek dediler
ki: “Senin adamın dün gece Kudüs’e, oradan da semaya çıkıp tekrar
Mekke’ye döndüğünü söylüyor, ne dersin?” Ebu Bekir de: “O dediyse
doğrudur!” dedi. Fakat inanmayanlardan çoğu bu sözle ikna olmadı.
Akabe biatları
Hz.Muhammed(s.a.v.), bir Hac mevsiminde Akabe’de Yesribliler (Medineliler) ile
görüştü. Medinelilerden, önce altı, sonra on iki kişi müslüman oldu.
Medineliler İslam’ı kabul edip memleketlerine döndüler ve İslam’ı
anlatmaya başladılar. Ertesi yıl aynı yerde yetmiş üç erkek, iki kadın
Medineli müslüman, Hz.Muhammed(s.a.v.) Medine’ye gelip bu kente yerleşirse
kendisini koruyacaklarına söz verdiler. Bu anlaşma Mekke’de öğrenilince
müslümanlara baskı ve zulüm daha da arttı ve müslümanlar büyüklü küçüklü
topluluklar halinde Medine’ye göç etmeye başladılar. Medine’nin, Mekke
ticaret yolu üzerinde bulunması ve burada müslümanların giderek
çoğalması, Mekkeliler’in çıkarlarına aykırı düştü; bu nedenle
müslümanların Medine’ye göç etmelerine engel olmaya çalıştılar.
Hicret
Müslümanlığa karşı olan Mekkeliler, her türlü baskıyla,Hz. Muhammed(s.a.v.)’i
davasından vazgeçiremeyince ve Mekke dışında, yani Medine’de
müslümanların giderek kuvvetlendiğini görünce; durumun kendileri için
tehlike yaratacağı düşüncesiyle, o zaman Kabe’ye yakın bir yerde bulunan
Daru’n-Nedve dedikleri meclislerinde toplanarak meseleyi görüşmeye
başladılar.
Görüşler, İslam denen hareketin hızla büyüdüğü ve Hz. Muhammed(s.a.v.)’in bu
çalışmalarını durdurmak gerektiği merkezinde birleşiyordu; putperestlik
tehlikeye girmişti ve İslam, Mekke’nin düzenini bozabilecek güçteydi.
Mekke’nin ileri gelenleri bu kararı alınca, nasıl hareket edecekleri ve
hangi yöntemleri uygulayacakları konusunda görüşmeye başladılar. İlk
önce şu görüş ortaya atıldı: “Muhammed’i prangaya vurup hapsedelim!” Bu
kabul edilmeyince: “Onu memleketimizden sürgün edelim; ne hali varsa
görsün!” denildi. Bu görüş de kabul edimeyince, İslam'ı sevmeyen ve onu
çok tehlikeli bulan Ebu Cehil: “Benim görüşüme göre, onu öldürmekten
başka çaremiz yoktur. Bunun için de, her kabileden birer genç seçelim.
Her birine de birer keskin kılıç verelim. Bunların hepsi birden,
kararlaştırdığımız yer ve zamanda Muhammed’i pusuya düşürerek
öldürsünler; biz de ondan kurtulalım! Böyle olursa, onun kan davası
bütün kabilelere düşeceğinden ve ailesi olan Benu Abdi Menaf, herkese
savaş açamayacağından, diyete razı olurlar, biz de diyetlerini veririz!”
dedi. Bu görüş kabul edildi.
O gece suikastçiler,Hz. Muhammed(s.a.v.)’in evini sararak, onu öldürmek için
uyumasını beklediler. İslam inancına göre, Allah, onların oyununu
Peygamber’e bildirdi ve Hz. Ali,Hz. Muhammed(s.a.v.)'in yerine geçti. Suikastçiler
yorgani açıp yatakta Hz.Ali´yi görünce cok sasirdilar ve durumu üslerine
anlatmak üzere gittiler.Hz. Muhammed(s.a.v.), evden çıkarak Ebu Bekir’in evine
gitmiş ve hicret için geldiğini söylemistir, Ebu Bekir sevinçten
ağlamaya başladı. Ebu Bekir’in evinde bir süre oturduktan sonra
beraberce, Mekke’nin güneybatısında bulunan Medine´ye hareket ettiler.
Mekkeliler,Hz. Muhammed(s.a.v.) hicret edecek olursa, bir kısımı İslam’ı kabul
etmiş olan Medine’ye gideceğini biliyorlardı.Hz. Muhammed(s.a.v.), bunu düşünerek,
kuzeydeki Medine yoluna değil, Mekke’nin güneybatısına düşen Sevr dağına
hareket etti.
Hz.Muhammed(s.a.v.), Ebu Bekir ile Sevr mağarasında üç gün geçirdi. Mağaraya önce
Ebu Bekir girmiş ve içinde akrep, yılan gibi zehirli hayvanların olup
olmadığını yoklamıştı. Bu kontrolden sonra Peygamber içeri girdi.
Hz.Muhammed(s.a.v.)’in hicret ettiğini öğrenen Mekke Hükümeti, her tarafa asker
seferber etmiş, onları bulup getirene yüz deve ödül vadetmişti. Hükümet
askerleri ve Ebu Cehil her tarafta Peygamber ve sadık arkadaşı Ebu
Bekir’i arıyordu. Nihayet askerler Ebu Bekir’in evine gelince Ebu
Bekir’in kızı Esma, onlara Ebu Bekir ve Hz.Muhammed(s.a.v.)’in nerede oldukları
konusunda bir şey söylemedi. Bunun üzerine Ebu Cehil, Esma’ya şiddetli
bir tokat attı.
Bu sırada Mekkeliler, her tarafta Hz.Muhammed(s.a.v.)’i arıyordu. Hatta becerikli
bir iz sürücüsü, Mekke askerlerini Sevr mağarasına kadar getirmişti.
Ancak bu sırada bir mucize olmuş bir örümcek mağaranın ağzına ağ örmüş
ve bir güvercinde yuvasini magra girisine kurmustu.Askerler mağaranın
yanına gelince, Ebu Bekir endişenmeye başladı.Hz. Muhammed(s.a.v.), onu teselli
ediyordu: “Tasalanma, Allah bizimle beraberdir.” Bu sırada askerler,
mağara girişindeki örümcek ağını ve güvercin yuvasını görünce içeride
kimse olamayacağını düşünerek geri döndüler.
Hz.Muhammed(s.a.v.) ve Ebu Bekir 20 Eylül 622’de, Medine yakınlarındaki Kuba’ya
ulaştılar.Hz. Muhammed(s.a.v.), tekbir ve ilahilerle karşılandı; Kuba’ya varır
varmaz Kuba Mescidi’ni inşa ettirdi. Burada Külsüm bin Hedm’e konuk
oldu.Hz. Muhammed(s.a.v.), on gün dinlendikten sonra, yanında bulunan ashabı ile
beraber Medine’ye hareket etti. Bu sırada Hz. Ali de Kuba’ya vardı.
Hz.Muhammed(s.a.v.) Medine de Hamza basta olmak üzere tüm Medinelilerce
bekleniyordu.Peygamber göründüğünde bir mucize olmus ve Medine halkinin
daha önce hiç bilmediği ve duymadığı bir ilahi (Taleal Bedru)ile
karşılanmıştır. Hz.Muhammed(s.a.v.) Medine’de, Beni Salim mahallesinde Cuma
Namazı'nı kıldı ve ilk hutbesini verdi. Medine’de Ebu Eyyub
el-Ensari’nin konuğu oldu. Medine´ye girdiğinde halk Peygamberlerinin
kendi evlerinde kalması konusunda tartışınca iki cihan Peygamberi bir
öneri sundu "devesinin ilk çökecegi yere evinin yapilmasi" ve halk bunu
kabul etti.Devesinin ilk çöktüğü yere bir Mescid ve kendi ailesinin
kalması için mescide bitişik odalar yaptılar.Mescidin bir yanına da
barınaksız kişilerin kalabilmeleri için “Suffe”adı verilen bir yer
yapıldı. Aynı zamanda islam dünyasının ilk yatılı okulu sayılan bu
yurtta kalanlara “Ashabu's-Suffe” denildi.
Mescid-i Nebevi
"Benim şu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram haricinde diğer mescitlerde kılınan namazlardan bin kat hayırlıdır."
Medine (müslümanlarca Yesrip'e Medinetü'n Nebi , Peygamberin Ülkesi
dendi) halkı, dinleri uğruna Mekke’den göçenlerden (muhacirun) ve
bunlara yardımcı olduklarından dolayı ensar adını alan yerli halk (aslen
Yemenli Evs ve Hazreç kabileleri ki yerleştikleri bu yere Yemen Serabı
anlamında Yesrip dediler. Hazreç, Hadramut'ludur.) ile Benu Kureyza,
Benu Kaynuka, Benu Nadir adlı Yahudiler’den oluşuyordu. Bunlar arasında
birlik sağlamak oldukça güçtü. Medine sınırları yakınlarında Hayber vb.
yerlerde yaşayan Yahudiler, varlıklı kişiler olduklarından, çevre
üzerinde etkiliydiler. Evs ve Hazreç kabileleri arasındaki geleneksel
düşmanlığın yeniden alevlenme olasılığı da vardı. Ayrıca Ensar ile
Muhacirunu kaynaştırmak, çözülmesi gereken bir sorundu. Muhammed, bütün
bu kesimleri birleştirip bağdaştırmak amacındaydı. Ancak her şeyden önce
çok yoksul olan göçmenlerin durumlarının düzeltilmesi gerekiyordu.Hz.
Muhammed(s.a.v.) Muhacirleri Ensar ile kardeş ilan ederek, ensarın onlara yardım
etmesini sağladı. Yahudiler ile açılan aralarını düzeltmek için bu
kavmi, hıristiyan ve putperestleri de müslümanlarla birlikte içine alan
Medine kent devletini kurdu. Arapça Madinat/Madinah ya da Türk söyleyişi
ile Medine kelimesi şimdiki devlet anlamındadır, Yesrip bir site
devleti idi. Şimdi bile İsrail Devleti'nin resmi adı "Madinat Yişral"
dir. Bu kesimlerin hak ve yükümlülüklerini saptayan 47 maddelik bir tür
Medine Anayasası'nı benimsendi.
Kendi dinleri ile birçok benzerlikler göstermesine karşın, Yahudiler
müslümanlığa karşı çıktılar. Muhammed onlara, İslam dininin kendinden
önceki peygamberlerin söylediklerine uygun ve onların da bildirdiği,
dolayısıyla onların dininin devamı olan bir din olduğunu ifade etti.
Yahudiler yine de İslam dinine ve müslümanlara karşı olumsuz tutumlardan
vazgeçmediler. Medine’de Hz.Muhammed(s.a.v.)’e karşı olanlar yalnızca bunlar
değildi; Mekkeli putperestlerin ajanları müslümanlığı seçtiklerini
söyleyip karışıklık çıkartmaya çalışıyorlardı.
İlk dini ritueller
Kur'an, Musevilik ve Hıristiyanlığı din olarak tanımakla birlikte,
dönemindeki Musevi ve Hıristiyanların bu dinleri bozduklarını
belirterek, onları yeniden tevhit dinine çağırdı. Hicret’in 2. yılında
(624) Kudüs yerine, Mekke(Kabe) kıble olarak kabul edildi. Müslümanlar
Hac farizasını yerine getiremediklerinden, kurban, Musalla denilen açık
alanda kesildi; ertesi yıl ise Ramazan ayı, yeniden Oruç ayı olarak
kabul edildi ve hac yeniden farz kılındı.
632 yılının Mart ayında (9 Zilhicce) Arafe günü 100.000 den fazla kişiye
Rahmet Dağı'nda verdiği son hitabesine veda hutbesi denir. Bu hac,
Resulullah SalatSelam'ın ilk, tek ve son haccı idi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder